
Görünmez Düşmana Teslim Olmayalım
Rabbimizin nezdinde kul hakkından daha büyük bir suç var mı?
Dram
filmleri gibi…
Kabristanlık.
Özel
kıyafetli birkaç kişi, cenaze arabası.
Aile
yakınlarından birkaç kişi. Bir defin işlemi. Sebep malum; melun virüs.
Her gün bir
kısmı tanıdık, yakınımız, hısım akrabamız olmak üzere ölüm haberleri.
Yaşlısı
genci kadını erkeği, hastalıklısı ve sağlıklısı…
Sebep gözle
görülmeyen, varlığı hissedilmeyen, muamma gibi bir musibet virüs.
Herkes, ama
herkes bu virüs ve salgın hakkında adeta uzman. Atmaya başladı mı mangalda kül
kalmıyor.
Kimi sağlıkçılara
saldırıyor, kimi hükümete, kimi şehir efsaneleri konusunda senaryo uzmanı.
Bu kadar
bilenlerin maskesi kolunda, çenesinde cebinde. Bu denli uzman olanlar sarmaş
dolaş kahve, kafe köşelerinde, cadde ve sokaklarda. Günde 15 liralık cıgarayı
içmeyi hak sayan, günde 1 liralık maskeyi kullanmaktan, işi bitince bir poşete
koyup ağzını bağlayıp çöpe atmaktan aciz.
Çok
sevdiğimiz için, sevdiğimizi öldürebilen bir toplumuz. Canımızı da seviyoruz
ama onu da yok etmek için her şeyi yapıyoruz.
Haydi, bana bir
şey olmaz dediniz. Haydi, bana da bulaşırsa ben güçlüyüm sağlıklıyım atlatırım dediniz.
Hatta, can benim, çeker giderim öbür dünyaya dediniz. Ölmeyi tercih ettiniz,
peki bulaşması bir saniyeden kısa süren bu pisliği etrafınızdakilere yayma hakkınız
var mı?
Siz katili
misiniz? Üstelik toplu katliama sebep olabilecek bir seri katil misiniz?
Bir maske
bulamadığı için günlerce sosyal medyada çatmadık, küfretmedik kimse bırakmayan
şaşkınlar, şu an her an yüzlercesi temin edilecek o maskeyi kullanmayı bir
işkence sayıyor. Ona bu hastalığın ileri evresindeki bir hastanın tedavi
sürecini bir göstermek lazım. Kıvanışlarını, can çekişmelerini, inlemelerini.
Eğer onları görse on maskeyi birden takmaya kalkacaktır.
Çarşı,
yollar, sokaklar insan seli.
Hepsinin mazereti
kendine göre haklı. Ama o mazeretlere baktığınızda o mazeretlerin keyif, zevk,
lüks ve saçmalık olduğunu görmeniz mümkün.
Sanki
ölürken güzel olmak zorunda gibi makyaj malzemesi, dışarı çıkması için haklı
mazeret. Evinde bir kitap okumak, balkonda çay içmek işkence geliyor ama ölümü
pahasına şehir merkezinde ana caddelerde, elinde teşbih, ağzında cıgara, omuz
omuza sürtünmek haklı mazeret oluyor. Bir süredir beklediği ucuzluk başladı
diye, biri beşikte, biri eşikte iki yavrusunu kapıp onları da kollayarak
kalabalık bir mağazadan hayatına mal olacak bir parça çaputu almak maalesef
haklı mazeret kabul edilir hale geldi.
Bu millet aç,
bu millet sefil, bu millet perişan ki yemeksiz düğün yapamıyoruz.
Yasaklanmasa,
göbek atmadan, iki gencin mutluluğunu dualara sevk edemiyor, Rabbimize havale
edemiyoruz. Ahdımız var, ömründe bir kere olacak, o kadar da mı olmasın,
lafları onlarca cana mal oluyor. İki gencin mutluluğu adına yapıldığı söylenen
o kargaşa, o iki gencin hayat boyunca “bizim düğünden sonra salgından şu kadar
kişi öldü” düşüncesi tüm hayatlarında bir kabus bir işkence olarak kalmayacak
mı?
Bu mu
evlatlarımızı mutlu etmek için izlediğimiz yol: Onların ahtı kalmasın ama var birkaç
kişi de ölüversin bakalım.
İslam’ın
yanlış öğretilmiş kader kavramını şu an an bariz şekilde yaşıyoruz. Bu konuya vakıf
hocalarımız daha ince ayrıntılar ile girerler ama biz, bize yeten bilgimiz ile
şunu söyleyebiliriz: Korunma imkânları olduğu halde korunmayan, etrafındaki tüm
imkanları kullanarak önlem almayan, aksine salgına başkaldırıp, bulaşı
şartlarını kolaylaştırıcı ortamlar hazırlayanlar kesinlikle kul hakkını ihlal
ediyor. (Toplu yemek, toplu davet,
eğlenceli düğün, altın günü, aile toplantıları, kafe ve kahve sohbetleri,
dikkatsiz piknikler ve gereksiz geziler gibi) Hem kul hakkını gasp ediyor,
hem de onların yaşam haklarını gasp ediyor. Kaç kişinin? Birkaç kişi de değil,
tüm insanlığın yaşam hakkını gasp ederek büyük bir suç işliyor.
Rabbimizin
nezdinde kul hakkından daha büyük bir suç var mı?
Tüm tedbirlere
istisnasız herkes uysa bu salgın biter mi? Bitmez belki ama çok çok düşük
seviyelere gelir. O zaman o canını feda eden sağlıkçıların işleri kolaylaşır,
ölümler azalır, 10 kişiye verilen hizmet bir kişiye daha kaliteli olarak
verilir.
Arabesk
toplum olmayı o kadar çok sevdik ki… Dün sevdiği sanatçı için bedenini jiletle
dilimleyen şaşkınlardan bugün bir farkımız kalmadı.
Konunun bir
başka yönü de, tüm bu karmaşa toplumsal bir gerginlik yarattı. Herkes barut
fıçısı. Trafikte, toplu hizmet alınan mekânlarda ve özellikle hastanelerde
insanlar tam bir kabadayı, tam bir eşkıya, tam bir vandal.
Öyle bir
toplumsal psikoloji hakim ki; “yarın öleceğim, bari bu gün yaşayabildiğim günü
en deli, en çılgın ve en uç noktalarda yaşayayım” mantığı hakim. Ana babasını, dede ninesini, eşini dostunu,
çoluk çocuğunu ve kendisinden başka can taşıyanları düşünmeyen garip bir toplum
olma yolunda çok ileri gittik.
Bizim
halimiz bu olmamalı…
Kâinatın en
güzel dinine mensup ve bu günleri bile kurallara bağlamış bir dinin
inananlarıyız. O kurallara neden uymuyoruz? Nasıl Müslümanlarız?
Binlerce
yıllık tarihinde şan şeref, dayanışma, saygı sevgi ve birlik adına mükemmel
örnekleri olan bir toplumuz. Ne ara bu hale geldik?
Derhal ciddi
bir toparlanma gösterip, kendimize gelmemiz lazım.
Resmi
kurumların şu ana kadar öneri, talep ve kuralları öylesine mükemmel ki uymak
hiç de zor değil.
O alınları öpülesi sağlık çalışanları öylesine fedakâr ve öylesine gayretli ki, liyakat ile işlerini harika yapıyorlar.
Ya BİZ?
Tüm tedbirlere harfiyen uyan, etraflarını da bu konuda motive eden, ikaz eden, çaba gösterenleri de kutlarız.
Hasan ÖZÜNAL
KARAMAN – 21 Eylül 2020
