Ders Başı...
Peki, mezun olanlar nasıl yetişiyor?
Ders Başı
“18 Milyon Öğrenci Ders Başı Yaptı” (Basından)
Dünyadaki pek çok ülkenin nüfusundan fazla bir sayı bu.
Herhalde öyle olunca da Türkiye’de Milli Eğitim bir imparatorluk gibi.
Cumhuriyet tarihinde kaç sefer sil baştan sistem kurduk, kim
bilir kaç sefer düzenleme, yenileme adına değişiklikler yaptık bilmiyoruz.
18 milyon öğrenciden gelecekte sadece doktorlar, mühendisler
ve öğretmenler çıkacak. Çünkü onlara dayatılan bu… 7 yaşlarında bir pırlantaya
“büyüyünce ne olacaksın” diye sorduğumda “ben tren makinisti olacağım” cevabını
alınca hayret etmiştik. Yine Oğul Balı Torunum Kadir Teoman’ın o tatlı şivesi
ile “büyüynce tiyenci amca olacam” demesi ses getirmiş, AA aracılığı ile ulusal
kanallara haber olmuştu.
Evet, sanki bu topluma sadece ve sadece doktor, mühendis
veya öğretmen gerekli gibi bir mantıkla okul hayatına başlayan çocuklarımız
var. Sanki bu topluma, çiftçi, esnaf, ayakkabı tamircisi, kamyon şoförü,
otomobil tamircisi, saatçi, kimyager, tornacı, kaynakçı, marangoz, aşçı vb.
lazım değil.
Lazım değil ki meslek liselerini katlettik ve ilkokuldan
sonra kabiliyet sahibi gençlerimizi lise ve yüksek tahsile zorlayarak onların
tahsil hayatından soğumasını ve hatta tiksinmelerini sağlayarak milyonlarca
işsiz oluşturduk.
Onlar işsiz kalırken o sektörler de elemansız kaldı. Ustalar
kalfasız, çıraksız kaldı.
Boş verelim nasılsa Çin üretiyor ve ne kadar döküntü varsa
bize yolluyor, ucuz ucuz alıyor, belki de kullanmadan çöpe atıyoruz. Üretmeye
ne gerek var. Alıyoruz da neyle? Hangi öz varlığımızı feda ediyoruz?
Her okula giden gencin ideali, bir an önce, ne pahasına
olursa olsun, mezun olmak, bir dayı bulup bir yerlere kapağı atıp bir massa
başında aybaşını beklemek ve emeklilik süresini hesap etmek…
Peki, mezun olanlar nasıl yetişiyor?
Her gün dövülen bir doktor haberi okumaktan gına geldik.
Döven elbette affedilmez bir suç işliyor. Peki, dayak yiyenin, ya da o olayı o
boyutlara getirenin hiç mi kabahati yok. Yıllarca eğitimden uzak bir öğreti ile
ahlak edep ve sosyal uyumdan yoksun bir sistemle yetiştirdiğimiz meslek
sahiplerinin durumu içler acısı.
Uzağa gitmeyelim. Öğretmenlerimiz… Bir zamanlar ayakkabısı
ayna gibi, pantolon ütüsü kılıç gibi, gömleği sütten beyaz, sakal tıraşı her an
sinekkaydı, saçları pırıl pırıl (bayanlar için manken gibi) öğretmenler yerine,
kılık kıyafet serbestisini pejmürdelikle değerlendiren kardeşlerimiz içimizi
sızlatıyor. Sanki öğretmen değil de harman kaldırmış bir rençber, bir meyhane
müdavimi, bir serkeş, bir avare, ya da bir sokak mukimi... Her yönü ile evladı
sayılan öğrencisine iyi ve güzel örnek olması gerekenlerin örnekliği tam tersi
olumsuzluk ve kirlilik… (Öğretmenlik
mesleğinin her yönü ile hakkını veren kardeşlerimiz de çoğunlukta. Onlar bu
sözlerin dışındadır)
Hangi mühendisi branşına göre sahada gördünüz? Biten
inşaatının yerini bilmeyen inşaat mühendisi, ayağı toprağa değmemiş ziraat
mühendisi, imzadan başka bir iş yapmamış makine mühendisi, keçi yavrusuna kuzu
deyince çoban çocuğunu gülme krizine sokan veterinerler, ormana sadece pikniğe
giden orman mühendislerini masa başında hizmet etsinler diye yetiştirmek bu
ülkeyi ne hale getirdi.
Türkiye’nin başkentine İstanbul diyen, bakkaldan ekmek
alırken para üstünü hesap edemeyen, karşılaştığı en küçük bir sorunda dünyayı
altüst eden güya üniversite diplomalı gençler bu ülkeye bir katkı veremiyor.
Tıp elemanı yetiştiriyoruz, tıp malzemelerini (paketli
pamuk, sargı bezi dahil) haçlıdan alıyoruz, Ziraat mühendisleri ordu kadar ama
tohum-ilaç-araç gereç dahil tüm tarım girdilerini haçlıdan almak zorunda
kalıyoruz.
“Okullarda kara tahtayı kaldırıp akıllı tahtaya geçtik,
öğrencilere tabletle eğitim veriyoruz” diye övünen Ülkemiz, maalesef onları
haçlıdan/çinliden alma utancının farkında değil. Her öğrenciye lazım olan
gereçleri birilerini zengin ederek haçlıdan/çinliden birkaç misli fiyat ile
alanlar, aradaki fark ile devlet adına o malzemeyi üreten tesisleri kurmayı
akıl edemiyorlar. Hoş kursalar da o fabrikalarda çalışacak nitelikli insan da
yok ki… Yetiştirmedik, yetiştirmiyoruz.
Ana caddelerimizde sıpa traşlı, ellerinde teşbihler, hiçbir
kurala uymayan garip giysilerle, dar pantolon sivri burun ayakkabı, yırtık kot,
yağır olmuş yeleklerle gezen eğitimi sıfır, öğretimi perişan gençlerimizin her
gün karakolluk olması boşuna değil.
Bir büyük facia da dilimiz… Bunca yıldır zorunlu okutulan
haçlı dilleri (İng. Fr. Alm. Başta olmak üzere) günümüzde daha utanç verici
hale geldi. Daha kreşlerde “Biz İngilizce eğitim veriyoruz” sloganları ile ana
sütünden kesilmiş çocuklarımıza haçlı kültürünü damardan enjekte etmeye başladık.
Orta, Lise ve Yüksek tahsilinde zorunlu İngilizce okuyan kaç kişi bugün bu
dillere ihtiyaç duyuyor ve kullanabiliyor? Türkçeyi konuşamayan bir toplum olup
giderken hedefi ikinci dile çevirmek toplumu mankutlaştırmaktan başka ne işe
yarar?
!8 milyon ciğerparemiz adet yerini bulsun, kırtasiye, giyim,
ayakkabı, servis, özel okul vb. sektörler hareketlensin kabilinden bir yerlere
gitme telaşına başladı. Boş gidip boş döndükleri bir kısır döngü içine girdiler
yine… Kendi özümüze hiç uymayan eğitimi sıfır, öğretimi gereksiz bir çabanın
zavallı denekleri oldular.
Gönlümüz canı gönülden “Hayırlı bir ders yılı olsun” demek
ister ama sadece dilimiz söylüyor gönlümüz inanmıyor.
Zira; Rüzgar ekiyoruz, fırtına biçmemiz kaçınılmaz, eğitimde
nesilleri şuursuzca ve özümüze uymayan biçimde yetiştiriyoruz, gelecekte zarar
vermesi de kaçınılmaz…
Dileğimiz kısa zamanda mükemmel bir eğitim sistemine
kavuşmaktır.